29 Aralık 2011 Perşembe

Sunuş yerine…

Adorno, yüzlerce yıldır tartışılan ‘bilimsel yöntemin nasıl olacağı’ problemine sessiz sedasız son noktayı koymuştu; bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar. Bilim ile uğraşan insanların bir sistem dâhilinde ve sistem tarafından yönlendirilmesi, bilgide kuşku yaratır. Bu durum özellikle ‘aydın’ kesimde net bir biçimde görülür. Tiraj peşinde olan bir gazetede ‘gazete adına ‘ beyin işçiliği yapmak ve yine ‘bilim adına’ yola çıkmış, ancak kar döngüsünden kendini kurtaramamış bir dergide yazar olmak çoğu aydının arzu ettiği bir durum olmasa da; Kalemi eline alan yazar, patronunun kafasıyla düşünür. Nasıl ki bir işçi emeğinin sömürüldüğünü bile bile patronuna ‘itaat’ ediyorsa aydın da çalıştığı yayın grubunun fikirlerinin dışına çıkmamak ‘zorunda’ bırakılmıştır. Bu bağlılığı sağlayan ne yazık ki maddi öğelerdir.
‘İnsan doğası gereği bilmek ister’. Dağ başında küçük kulübesinde yırtık kitaplarıyla kıssalarda yer alan bilgenin bilgisi değildir söz konusu olan. Kapitalist dönemin; ‘maddiyat’la oluşturulan, alınıp satılan ve gerektiğinde aynı güçle önü kesilen bilgidir. Bu durumda yazarın yorumuna güvenmek, patronuna güvenmek kadar tehlikeli bir durumdur. Bilgi ve bilgiye sahip olma isteği doğaldır; bunun para gibi bir döngüsünde yer alması bilginin belki de en kısır olduğu döneme denk gelir.
Sosyal bilim, modern çağın bağrından çıkmış ve yine modern çağı anlamaya yönelik bir uğraş olarak bilinir. Özelde modern toplum ise sosyolojinin araştırma alanıdır. Günümüzde çokça kendini ‘toplum mühendisi’ olarak tanıtan ‘sosyolog’lara rastlıyoruz. Televizyonlarda sıkça siyasetle sosyolojiyi birbirine karıştıran bu kesim, aslında yukarıda değinilen ‘parayla bilgi üreten’ aydınlardan bir adım ileriye gidemeyenlerdir.
Modern dünyada kapitalizmin kar güdüsünden sıyrılarak bilgi üretmek ve yaygınlaştırmak gerçekten zor ve çetrefilli bir iştir. Çoğu zamanda bunu tamamıyla gerçekleştirmek mümkün değildir. Yazar elbette ki özgürce yazabilir, editör etik bir şekilde değerlendirebilir ve yayın kurulu yazıyı manipüle etmeden yayıncıya ulaştırabilir. Buraya kadar ki kısım olağan ve azda olsa günümüzde rastlanabilir bir durumdur. Ancak her ne kadar ‘gönüllü’ bir inisiyatif tarafından yazılar yazılmış olsa da yayın evresine gelindiğinde ne yazık ki okuyucu bir bedel ödeyerek yayına ulaşmaktadır. Bu sebeple Panopticon’u sadece basılı olarak değil; bugün hemen hemen herkesin kullandığı internet ortamında1 da sizlere sunuyoruz.

Panopticon, Jemery Bentham’ın 1975 yılında tasarladığı bir hapishane modelidir. Panopticon’u diğer hapishanelerden ayıran, üst üste bindirilen hücrelerin daire biçiminde sıralanması ve ortasındaki kulede gözetleyenin olup olmadığı bilinmemesine rağmen, yine de hücredekiler üzerinde bir iktidar kurulmasını sağlayan hapishane modeli olmasıdır.
Panopticon adını dergimize neden verdiğimiz, sıkça sorulan soruların başında geldi. Amacımız bir sosyal bilim dergisi olarak toplumu bir tahakküm içinde veya gizlice gözetlemek değildir elbette. Aksine Modern çağın panopticon kuleleri yani güvenlik kameraları, dinleme sistemleri, takip etme ve kısıtlama cihazları eleştirdiğimiz, etik bulmadığımız mekanizmalardır. Biz panopticonla toplumun bütününü gözetlemeyi değil, rızaları dâhilinde gözlemlemeyi hedef edindik. Modern dünya zaten makro bir biçimde devlet tarafından gözetlenir durumda. Biz gözetlenen kesim olarak, gözetleyen-gözetlenen tümünü araştırma kapsamımıza alarak yola çıktık ve her zaman taraf edindiğimiz bir isimle değil de eleştirdiğimiz ismi alarak yolumuza devam ediyoruz.
Gözlemleme sırası ‘hücredekiler’de…

Yayın Kurulu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder